ROMAN
Belli bir tarihsel ya da coğrafi çevre
içindeki belli bir kişi ya da bir grup insanın başından geçenleri, bu insan ya
da insanların iç ve dış yaşantılarını belli bir kronolojik, mantıksal, duygusal
ya da sanatsal ilişkiyi gözeterek öyküleyen ve belli bir uzunluğu aşan
anlatılar için kullanılan edebi terimdir. Edebi türler içinde en yenisidir.
Çünkü matbaanın bulunması ve kentsoylu bir okur kitlesinin ortaya çıkmasından
sonra gelişmiştir.
Aslında tanımlanması en zor edebi türdür.
Gelişmesini tamamlamamış tek türdür denebilir. Bunun bir nedeni romanın
tarihsel koşullara bağlı olması, diğer nedeni ise yazarına geniş bir özgürlük
ve deney alanı bırakmasındandır. Romanın ataları arasında nesirsel özellikler
taşıyan Petronius’un Satyricon (1’inci yüzyıl) ve Apuleius’un Metamorphoseon’u
(2’nci yüzyıl) gösterilir. Roman düzyazıyla yazılır. Anlatılan olaylar
kahramanlık öyküleri değil, sıradan insanların günlük yaşantılarıdır. Anlatılan
olaylar, saraylar ve savaş alanları gibi destansı mekanlarda değil, sokaklar,
evler, meyhaneler gibi sıradan mekanlarda geçer. Olaylara yön veren tanrılar
değil, kişilerin kendi tutum, davranış, duygu ve düşünceleridir. Kullanılan
dil, nazım türlerinde olduğu gibi ağdalı değil günlük ve sıradandır.
Roman tarihe en bağlı edebiyat
türüdür. Toplumsal, politik olaylar gelişmelerle de yakın ilişkidedir. Romanın
tarihe bağlı oluşu, çok köklü bir geçmişi olmayan yeni bir sınıfın, yani
burjuvazinin kendine tarih içinde bir geçmiş, şimdi ve gelecek kurma çabasından
doğmuş olmasında yatar. 18. yüzyıl romanlarının çoğu, burjuvazinin
aristokrasiye karşı mücadelesinde kullanılmak üzere kaleme alınmış metinler
gibidir.
Roman, işte bu nedenle, felsefe ve sanattan boş inançları kovmak ve bunların yerine akıl ve gerçeği geçirmek isteyen bir kültürel dönüşümün ürünüdür. Bu nedenle toplumların gelişimine, yani tarihe kopmaz biçimde bağlıdır. İnsanı, öncelikle toplumsal ve tarihsel bir varlık olarak konu alan ilk sanat türüdür.
Roman, işte bu nedenle, felsefe ve sanattan boş inançları kovmak ve bunların yerine akıl ve gerçeği geçirmek isteyen bir kültürel dönüşümün ürünüdür. Bu nedenle toplumların gelişimine, yani tarihe kopmaz biçimde bağlıdır. İnsanı, öncelikle toplumsal ve tarihsel bir varlık olarak konu alan ilk sanat türüdür.
ROMAN TÜRLERİ
Romanlar konu, üslup, yazıldığı dönem
bakımından çeşitli türlere ayrılabilir. Üslup bakımından “romantik roman”,
“gerçekçi roman”, “doğalcı roman”, “estetik roman”, “izlenimci roman”,
“dışavurumcu roman”, “yeni roman” türleri sayılabilir.
Romantik roman
Romantik roman
Kişilerin duygularını, arzularını,
düşüncelerini yalnızca kendilerine ait, içten gelen doğal ve gerçek olgular
gibi görür. Örneğin Sir Walter Scott’un tarihsel romanları, Jean Jack Rousseau
eserleri ve Goethe’nin Genç Verther’in acıları romanı gibi.
Gerçekçi roman
Gerçekçi roman
Romantik romandan ayrı olarak kuru ve kuşkucu
bir anlatım ve düşünce yapısı taşır. Balzac ve Stendhal’in romanları bu
üsluptadır.
Doğalcı roman
Doğalcı roman
Üslup bakımından gerçekçi romana benzer.
Olanın olduğu gibi yazılmasını öngörür. Emile Zola ve Maupassant romanları
doğalcı eserlerdir.
Estetik roman
Estetik roman
Belli biçim ve anlatım kaygıları ile yazılmış
romanlardır. Gustave Flaubert estetik romanın en önemli yazarıdır.
İzlenimci roman
İzlenimci roman
Diğer üsluplardan ayrı olarak eşyanın ve dış
olayların kendi nesnel gerçeklikleriyle insanların bunları algılama biçimleri
arasındaki farkları ortaya çıkarmaya yönelir. Yani dış gerçeklerden çok, duyu
ve duygulara, iç yaşantının betimlenmesine öncelik verir. Ford Madox Ford’un
romanları izlenimciliğin en sistemli ürünleridir.
Dışavurumcu roman
Dışavurumcu roman
20. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Dışavurumculuk
toplumsal kimliklerin reddedilmesi ve insan yaşamını belirleyen toplum karşıtı
ya da uygarlık karşıtı güçlerin öne çıkarılmasıyla belirlenir. Dışavurumculuk,
şiddetli, fırtınalı ve tanımsız duyguları vurgulamasıyla, abartma, karikatürleştirme,
çarpıtma ve soyutlama tekniklerinden yararlanmasıyla bir tür “yeni romantizm”
olarak da değerlendirilir. Dostoyevski, Kafka, Beckett ve Brecth’in romanları
bu üslubun örneklerindendir.
Yeni roman
Yeni roman
Aslında dışavurumculuğun izlerini taşır. Özellikle
1930 yıllar sonrasında bundan önceki akımlardan hiçbirine benzemeyen, yazma
deneyini, hatta romanın olanaksızlığını romanın asıl konusu haline getiren
eserlerdir. Yeni roman, yazma eyleminin kendisini sorgulamaya yönelir. Alain
Robbe-Grillet, Michel Butor, Claude Simon, Philippe Soller, Julio Cortazar gibi
yazarlar bunu denemişlerdir.
Konusu açısından ise “tarihsel roman”, “pikaresk roman”, “duygusal roman”, “gotik roman”, “ruhbilimsel roman”, “töre romanı”, “oluşum romanı” olay sıralanabilir.
Tarihsel roman
Konusu açısından ise “tarihsel roman”, “pikaresk roman”, “duygusal roman”, “gotik roman”, “ruhbilimsel roman”, “töre romanı”, “oluşum romanı” olay sıralanabilir.
Tarihsel roman
Uzak bir geçmişte yaşanan olayları konu alır.
Ama tarihten daha derinlerde yatan insanla ilgili daha evresel bir gerçeği
araştırmak amacıyla da yazılmış olabililer. Tarihi romanların örnekleri
arasında Walter Scott’un romanlarını, Tolstoy’un Savaş ve Barış’ını,
Stendhal’in Parma Manastarı’nı sayabiliriz.
Pikaresk roman
Pikaresk roman
İspanyolca alt tabakadan serüvenci ya da
serseri anlamına gelen sözcükten alır. Çoğunlukla ahlaksız, rezil bir
kahramanın başıboş gezginlik yaşamında yaşadığı olayları gevşek ve rahat bir
üslupla anlatır. Bu türün önemli örnekleri arasında Lesage’nin Gil Blas de
Santilane’ın Berüvenleri, Defoe’nun Talihli Metres’i, Thomas Mann’ın
Dolandırıcı Felix Krull’un İtirafları’nı sayabiliriz.
Duygusal roman
Duygusal roman
İnsanın duygusal yaşamını yüksek ve özenli
bir üslupla betimleyen romanlardır. Bazen bu türde yazarın kendi duygularıyla,
okurun duygularını sömürmesi ön plana çıkar. Laurence Sterne’in Fransa ve
İtalya’da Hissi Seyahat adlı eseri, Rousseau’nun romanları, Madame de La
Fayette’in Prenses de Cleves’i bu türe dahil edilebilir.
Gotik roman
Gotik roman
Gotik roman, İngiliz ve Amerikan
romancılığına özgü bir türdür. 18. yüzyılın akılcılığına karşı çıkan bir
türdür. Karanlık, korkutucu, çılgınlıklarla dolu bir ortamda geçen kanlı,
şeytani, büyülü olayları konu alır. Horace Walpole’un Otranto Şatosu, Mary
Shelley’in Frankenstein adlı romanları bu türün örnekleridir. Gotik romanın
günümüzdeki uzantıları bilimkurgu ve fantastik roman olarak gösterilebilir.
Ruhbilimsel roman
Ruhbilimsel roman
Kişilerin ruhsal durumlarını ayrıntılarıyla
çözümlemeye çalışan romanlardır. Daha serinkanlı ve denetimli oluşuyla duygusal
romandan ayrılır. Abbe Prevost’un Manon Lasko adlı eseriyla Fransız
edebiyatında açılan psikolojik roman çığırı diğer ülke romancılarını da
etkilemiştir. Paul Bourget’in romanları da bu türe girer.
Töre romanı
Töre romanı
İnsanların en dolaysız
biçimde toplumsal olan davranışlarını, adetlerini, geleneklerini ön plana
çıkarır. Moda, yaygın konuşma ve ifade biçimleri, toplu olarak yapılan her şey
bu tür romanların konusunu oluşturur. Toplumun derin yapısından çok, yüzeysel
görüntüleriyle ilgilenir. En tipik temsilcileri olarak Arnold Bennet ve Evelyn
Waugh’tur.
TÜRK EDEBİYATINDA ROMAN
TÜRK EDEBİYATINDA ROMAN
Türk edebiyatına roman Fransızca’dan yapılan çevrilerle girdi. Bu
çevirilerden ilki Yusuf Kamil Paşa’nın Fenelon’dan yaptığı Terceme-i
Telemak’tır. Daha sonra adı bilinmeyen bir çevirici Victor Hugo’nun ünlü romanı
Sefiler’i (Les Miserables) çevirdi. 1860-1880 yıları arasında başta Fransız
yazarlar olmak üzere bir çok Batılı yazarın eseri Türkçe’ye çevrildi. İlk Türk
romanı Şemseddin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat adlı eseridir. Sami’den
sonra Ahmed Mithad romanlarıyla Türk romanının gelişmesine katkıda bulundu.
Türk romanı Tanzimat döneminde gelişti. Recaizade Mahmud Ekrem’in Araba Sevdası
yeni teknikler kullanılan Batılı anlamda türüne en yakın romandır. Bu dönem
romanında ahlaki kaygılar kendini gösterir. Servet-i Fünun edebiyatı döneminde
ilk usta romanlar ve usta yazarlar kendilerini gösterdi. “Sanat sanat içindir”
tezini savunan bu yazarlar aşk ve acıma gibi konuları işledi. Halid Ziya
Uşaklıgil bu dönemin en başarılı romancısı sayılır. Aşk-ı Memnu (1925) adlı
romanı günümüzde de en başarılı Türk romanlarından biri sayılmaktadır. 1910
yıllarından sonra milli duyguların ağır basmasıyla birlikte “genç kalemler”
dergisi çevresinde Türkçülük akımı gelişti. Milli romanların yazılması bu
dönemde başladı. Halide Edip Adıvar’ın Vurun Kahpeye, Reşat Nuri Güntekin’in
“Çalıkuşu” romanları bu dönemin örneklerindendir. Cumhuriyet döneminde çağdaş
Türk romanı ortaya çıktı. Toplumsal ve sosyal gelişmeleri konu alan romanlar
yazıldı. Köy ve kent romanları ayrımı da bu dönemle ilgilidir.