Fotosentez
Bitkiler, güneş enerjisinin yardımıyla birtakım inorganik bileşikler ve
mineralleri ham madde olarak kullanıp ihtiyaç duyduklarında kendileri için
enerji kaynağı görevini yapacak glikoz, üzüm şekeri gibi organik bileşikleri
sentezlerler. Böylece güneş enerjisini bu organik bileşikler içinde depolamış
olurlar. Bu arada karbondioksitteki karbonu (C) kullanıp suya oksijen
verirler. Bitkilerin güneş enerjisini kullanarak gerçekleştirdikleri bu
biyolojik dönüşüme fotosentez (asimilasyon) denir.
Bitkiler
fotosentezle solunumda kullandıklarından daha çok oksijen üretirler
Gündüzleri (ya da ışık açık olduğu sürece) fotosentez yapan bitkiler, besin
maddelerinde depolanmış enerjiyi açığa çıkarabilmek için balıklar ve aerobik
bakteriler gibi hem gece hem gündüz oksijenli solunum yaparlar. Solunumda
fotosentezin tersine oksijen kullanılır ve karbondioksit açığa verilir.
Normal şartlar altında akvaryum bitkilerinin fotosentezle suya verdikleri
oksijen, kullandıklarından çok daha fazladır. Bu yüzden bitkiler akvaryumda
önemli bir oksijen kaynağıdırlar.
Geceleri balıkların çoğu (nokturnal -gece aktif- türler hariç) uyur veya
haraketsiz kalırlar ve daha az oksijen tüketirler. Bu yüzden bitkilerin
geceleri oksijen üretmemeleri bir sakınca yaratmaz.
Bitkilerin
besinlerini sentezleyebilmeleri için sudaki karbondioksite (CO2) ihtiyaçları
vardır
Bitkilerin yeterince hızlı fotosentez yapabilmesi için gerekli besin
maddeleri ve minerallerin yanında suda yeterince karbondioksit de olmalıdır.
Sudaki karbondioksit konsantrasyonu düşükse fotosentez, dolayısıyla oksijen
üretimi de yavaş olacaktır. Bir akvaryumdaki en önemli doğal karbondioksit
kaynakları aerobik bakterilerin ve balıkların solunumları sonucu açığa çıkan
karbondioksittir. Özellikle bitkilerinin iyi gelişmesini isteyenler için
geliştirilmiş, suya karbondioksit veren sistemler geliştirilmiştir.
Akvaryumdaki
canlılar dışında ışık ve su dolaşımı, karbondioksit-oksijen dengesini
etkileyen iki önemli fiziksel unsurdur:
Işığın
etkisi:
Bitkilerin özellikle hızlı büyüyen bazı bazı türlerini yaşatmak bir bakıma
balıklardan daha zordur. Çoğu yetişkin balık, bir, hatta iki hafta açlığa
dayanabilir. Bitkiler ise ihtiyaç duydukları çeşitli besin maddeleri ve
minerallerden herhangi birinin dahi eksikliğinde hemen bozulup çürümeye
başlarlar. Işık ne kadar güçlüyse fotosentez o kadar hızlı olur; dolayısıyla
sudaki besin maddeleri de o derece hızla tükenir. Işıklandırması çok güçlü
akvaryumlara bu yüzden daha sık bitki gübresi ve hatta karbondioksit eklemek
gerekir. Çünkü güçlü ışıklandırmalı ve bol bitkili bir akvaryumda balık ve
bakterilerin açığa çıkarttıkları karbondioksit çoğu zaman bitkiler için
yeterli olmayacaktır. Daha doğal bir çözüm ise ışığı biraz daha zayıf
ayarlayıp, balık ve bakterilerin karbondioksit üretimiyle bitkilerin tüketimi
arasındaki dengeyi kurmaktır.
Akvaryumdaki
su dolaşım (sirkülasyon) hızının etkisi
Oksijen akvaryuma iki yolla kazandırılır:
· Havadan suya
difüzyon. (Bu difüzyon su yüzeyinin hareketiyle hızlanır.)
· Bitkilerin
fotosentezi.
Balıklara
oksijen, bitkilere karbondioksit
Balıkların sağlıklı yaşamaları için suda yeterince oksijen olmalıdır. Buna
karşılık bitkiler de karbondioksite gereksinim duyarlar. Unutmayalım ki
sudaki karbondioksit miktarı fotosentez hızını, dolayısıyla oksijen üretim
hızını etkiler.
Akvaryumda
fazla hızlı su dolaşımı
Su çok hızlı havalandırılır ya da filtre edilirse bitkiler için gerekli olan
karbondioksit havaya uçar. Zamanla bozulup çürüyecek bitkilerin fotosentezi,
bunun sonucu olarak da ve oksijen üretimi durur.
Akvaryumda
uygun hızda su dolaşımı
Su uygun bir hızda filtre edilirse suda yeterli karbondioksit ve oksijen
bulunacağından hem bitkiler, hem de balıklar sağlıkla yaşayabilecektir.
Burada akvaryumdaki balık ve bitki miktarlarının dengesi de önemlidir.
Akvaryumda
çok yavaş su dolaşımı
Su dolaşımı çok yavaşsa sıcaklık, oksijen ve çeşitli besin maddeleri
akvaryumun her köşesine eşit dağılamayacaktır. Bu da hem balık hem de bitki
sağlığını olumsuz etkileyecektir.
Dozaj
sorunu gözünüzü korkutmasın!
Verilen bilgilerden anlaşılacağı gibi, ışık şiddeti kadar su dolaşımının da
dozunu ayarlayabilmek akvaryumun biyolojik dengesi için önem taşır. Yanlız bu
ayrıntılar gözünüzü korkutmasın. Uygun ışıklandırma ve filtrasyon çok hassas
ayarları gerektirmez. Biraz tecrübe, okuma ve gözlemle bu zorlukların
üstesinden gelebilirsiniz.
Azot
zinciri
Biyolojik arınma: Başrolde bakteriler, yanrolde bitkiler
Kum, filtre malzemesi, bitki yaprakları gibi yüzeylere yerleşen aerobik
(oksijenle soluyan) ve anaerobik (oksijensiz soluyan) bakteriler akvaryumdaki
çeşitli biyolojik dönüşümleri gerçekleştirirler. Bu dönüşümler sırasında
sudaki balık dişkısı ve üresi, artık yemler, çürüyen bitki yaprakları gibi
organik artıklar en küçük yapı taşlarına kadar ayrıştırılırlar. Bu ayrışım
ürünlerinin bir kısmı bitkiler tarafından besin maddesi olarak
değerlendirilir (örneğin nitrat NO3 ), bir kısmı gaz
halinde havaya karışır (örneğin azot gazı N2 ), bir kısmı da suda birikir.
Düzenli su değişimlerinin en önemli yararı bu biriken maddelerin
konsantrasyonlarının belli sınırların altında tutulmasıdır. |
|
Aerobik (oksijenli soluyan) ve anaerobik (oksijensiz soluyan)
bakteriler
· Yeni kurulan bir
akvaryumda ancak aerobik ve anaerobik bakteri gruplarının uyumlu çalışmaları
sonucu zamanla biyolojik denge kurulur. Bu uyumu sağlayabilmek için filtre
malzemelerinin çoğu hem aerobik hem de anaerobik bakteri kolonilerine uygun
ortamlar sağlayacak şekilde üretilir. Kumda ya da filtre malzemesi içinde su
dolaşımının hızlı olduğu bölgelerde yeterince oksijen bulunur ve buralarda
anaerobik bakteriler yerleşir. Su dolaşımının yavaş olduğu bölgelerde ise
oksijen azlığı nedeniyle daha çok anaerobik bakteriler kolonileşir.
· Bir akvaryumdaki
en temel biyolojik dönüşümlerden biri azot zinciri adı verilen azotlu
bileşiklerin bakterilerce ayrıştırılması sürecidir.
Etkin bir biyolojik filtrasyon için
gerekenler:
· İyi
havalandırma; suda yeterince oksijen bulunması. Oksijen sadece
havalandırmadan değil bitkilerden de gelebilir.
· Akvaryumda ve
filtre malzemelerinde aerobik arıtım bakterilerinin yerleşebileceği yeterince
yüzey bulunması (geniş filtre hacmi, kum). Birim hacim başına geniş yüzeylere
sahip seramik köpüğü, cam köpüğü gibi biyolojik filtre malzemeleri.
· Düzenli filtre
temizliği
|
Amonyum ve amonyak
Akvaryumda yaşayan balık, bitki ve diğer canlıların organik artıklarının
parçalanması sonucu amonyum (NH4) ve amonyak (NH3) oluşur. Amonyak amonyuma
göre çok daha zehirlidir. Sudaki amonyak konsantrasyonu
0.1 mg/litre 'nin üzerine çıkarsa akvaryum canlıları için tehlike çanları
çalmaya başlar. Suyun pH değeri yükseldikçe, yani su alkalileştikçe, ve
sıcaklık yükseldikçe amonyumun amonyağa göre oranı yükselir. Yani, akvaryumda
pH ve sıcaklık yükseldikçe etkin bir biyolojik filtrasyon daha da önem kazanır.
Örneğin pH
derecesinin yüksek olduğu (yaklaşık 8.3) deniz akvaryumlarında, bir de deniz
canlılarının tatlı su balıklarına kıyasla amonyağa karşı daha hassas
oldukları göz önüne alınırsa, amonyum/amonyak bileşiklerinin düşük
konsantrasyonda tutulmasına daha da büyük özen göstermek gerekir.
Aşağıdaki
tabelada pH ve sıcaklık faktörlerine bağlı olarak sudaki zehirli amonyağın,
amonyum/amonyak toplamına göre yüzde (%) olarak payını görebilirsiniz.
% Amonyak / (Amonyum + Amonyak)
Nitrit ve
nitrat
İkinci aşamada aerobik nitrosomonas bakterileri amonyum ve amonyağı nitrite
(NO2) dönüştürürler. Üçüncü aşamada da yine oksijenli solunum yapan
nitrobacter bakterileri nitriti nitrata (NO2) çevirirler. Fazla miktarları
balık sağlığını ve gelişimini olumuz etkilemekle birlikte, nitrat, nitrite
göre çok daha az zehirli bir bileşiktir. Ayrıca nitrat birçok akvaryum
bitkisi tarafından besin maddesi olarak kullanılabilir.
Yüksek nitrat
konsantrasyonu balıklarda bağışıklık sisteminin zayıflamasına ve büyümenin
durmasına neden olabilir. Bu yüzden, özellikle genç balıkların yetiştirildiği
akvaryumlarda nitrat konsantrasyonunu düşük tutmak için bitki, etkin
anaerobik biyolojik filtrasyon ve düzenli su değişimleri çok önemlidir.
Anaerobik
filtrasyon derken: Bazı biyolojik filtre malzemelerinin hem aerobik
(oksijenle soluyan) hem de anaerobik (oksijensiz soluyan) bakteri
kolonilerini barındırabilme özellikleri vardır. Genelde filtre malzemeleri
arasında su dolaşımının hızlı olduğu oksijence zengin bölgelerde aerobik, su
dolaşımının yavaş olduğu oksijence fakir olduğu bölgelerde ise anaerobik
bakteriler kolonileşirler. Bu anaerobik bakteri gurupları nitratı da
parçalayarak çoğu uçup havaya karışan azot gazına dönüştürürler. Son yıllarda
su çıkışının özellikle çok yavaş ayarlandığı bazı nitrat filtreleri piyasaya
çıkmıştır.
Sudaki amonyak
konsantrasyonu 0,1 mg/litre'yi aşarsa balıklarda olumsuz etkileri görülmeye
başlanır. Nitrit konsantrasyonu 0,5 mg/litre'nin üzerine çıkarsa balıklar
için zehirlidir. Nitrat ise 25 mg/litre'yi aşmamalıdır.
Akvaryum: Ekosistem
Biyolojik dengesi oturmuş bir akvaryum, balığı, bitkisi, bakterileri ve diğer
mikrobik canlılarıyla birlikte, unsurları biribirleriyle uyum içinde çalışan
tek bir organizma ya da ekosistem gibi düşünülebilir. Bu uyum bozulursa kötü
sonuçları şaşılacak kadar çabuk görülür. Örneğin akvaryuma bilinçsizce atılan
bir ilacın nitrobacter grubu bakterileri öldürdüğünü, böylece nitriti nitrata
dönüştüren dönüşüm zincirinin kırıldığını varsayalım. Böyle bir durumda
nitrit konsantrasyonu 6-12 saat içinde sıfırdan balıklar için zehirli olacak
düzeylere (0.5 mg/litre üzeri) çıkabilir.
Biyolojik
dengenin tam anlamıyla oturması zaman alır
Akvaryumda azot zincirinin dışında bir kısmı hala bilimsel olarak
açıklanmamış birçok biyolojik dönüşüm süreci yer alır. Bitki köklerinin de
karıştığı bu karmaşık dönüşümlerin yer aldığı akvaryum kumunda dengelerin tam
anlamıyla kurulması 6 ay ile 1 yıl arası bir zaman alabilir.
Nitrit
konsantrasyonu; biyolojik dengenin bir göstergesi
Yeni kurulmuş bir akvaryumda çok az sayıda bakteri olduğu için biyolojik
dönüşümler başlangıçta çok yavaş olur. Özellikle dengenin henüz kurulmamış
olduğu bu kritik devrede akvaryum testleriyle suyun amonyak, nitrit ve nitrat
değerlerini ölçmek yerinde olacaktır. Biyolojik dönüşüm zincirinin kurulup
kurulmadığını anlamak için ölçülebilecek pratik bir indikatör (gösterge)
sudaki nitrit konsantrasyonudur. Yeni kurulmuş bir akvaryumda ilk önce nitrit
bir noktaya kadar artar, sonra nitriti nitrata dönüştüren nitrobacter bakterilerinin
sayısı yeterli bir düzeye ulaştığı zaman düşmeye başlar; bir süre sonra da
hemen hemen sıfıra iner. |
Fotosentez :
Canlıların
enerji elde etmek için izledikleri diğer bir yol ise fotosentezdir.Fotosentezin
kimyası oldukça karışıktır.Fotosentezin ATP üretme sisteminin temeli, ışık
enerjisinin klorofil molekülleri tarafından absorbe edilerek enerji isteyen
kimyasal reaksiyonlarda kullanılması şeklindedir.Yani ışık enerjisi kimyasal
enerjiye dönüşmektedir.
Fotosentez
denklemlerini " Işık tepkimesi " ve " Karanlık tepkimesi "
olmak üzere en sade haliyle aşağıdaki şekildeki gibi özetleyebiliriz.
Aydınlık
devrede, klorofil tarafında absorbe edilen ışık enerjisi, ATP üretiminde
kullanılır.ATP üretimi için gerekli H (+) iyonları ise su moleküllerinden
karşılanır.Suyun özel enzimlerle parçalanmasıyla açığa çıkan oksijen gazı
serbest kalırken H (+) iyonları ise NADPH ve ATP üretimi için reaksiyonlara
katılır.
Karanlık
devre, aydınlık devrede üretilen NADPH ve ATP moleküllerinin enerji gereksinimi
için kullanıldığı devredir.Bu devrede ışık enerjisi rol oynamadığı için bu
devreye karanlık devre denir.Yani karanlık devrede yanlızca kimyasal enerji iş
görmektedir.ATP ve NADPH ların kullanımıyla elde edilen enerji, karbonhidrat ve
glikoz sentezi için kullanılır (Glikozun kapalı formülü C6H12O6 dır).
Fotosentez
reaksiyonları " Kloroplast " adı verilen yeşil renkli pigmentler
içerisinde gerçekleşir.Bu pigmentin içerisinde en önemli yeri " Klorofil
" molekülü tutmaktadır.Klorofil, ortasında Mg (magnezyum) atomu bulunan
karmaşık yapılı bir organik bileşiktir.Kloroplastın içerisinde lamelli yapılar,
bu yapıların membranlarının içerisinde ise klorofil molekülü gruplar halinde
bulunurlar.Bu kloforfil grupları, ışık enerjisini absorbe ettiği zaman elektron
fırlatır ve asıl sentezleme işlemi bu noktadan sonra başlar.Bu karmaşık
işlemlerin nasıl meydana geldiğini şekilerle görelim.
Kloroplast
şekildeki gibi kanallı bir yapıya sahiptir.
Bu
kanallar aslında kloroplastın çift katlı zarının iç tarafındakinin katlanmalarıyla
meydana gelmiştir.Bu yassı keseciklere " Lamel ", lamellerin üst üste
gelerek grup oluşturmuş haline ise " Grana " adı verilir.Fotosentezin
reaksiyonları, ince lamel (tilakoid) zarının içerisinde meydana gelir.
Klorofil
molekülleri lamel zarları içerisinde birbirinden bağımsız olarak
konumlanmazlar.Klorofil molekülleri 200 - 300 er gruplar halinde kümelenirler
ki bu kümelere " Kuantozom " adı verilir.
Kuantozom
yani klorofil molekül grupları, ışık enerjini absorbe ederek molekül grubunun
ortasında bulunan ve
" P680 " olarak adlandırılan bir çeşit moleküle kadar iletir.Bu
molekül klorofil molekülleri tarafından kendisine iletilen ışık enerjisinin
etkisiyle elektron fırlatır.
Bundan
sonraki basamakları şekil üzerinde görelim.
Şekildeki
reaksiyonlar tilakoid zarının içerisinde cereyan etmektedir.
Stroma
bölgesi kloroplastın iç bölgesidir.Tilakod zar, lamelin etrafını saran zar olup
lamelin iç tarafına ise
" Lümen " denir.Işık fotonları sol tarafta görülen 1.kuantozoma
çarpınca (Bu kuantozom fotosistem 2 dir.), klorofil molekülleri (yeşil
noktalar) molekülleri ışık enerjisini absorbe ederek merkezdeki P680 molekülüne
(kırmızı renkli) kadar iletirler.P680, suyun parçalanması ile serbest kalan 2
elektronu, henüz keşfedilememiş bir aracı moleküle iletir.
Elektronlar
bu molekül üzerinden " Plastokinon (PQH) " ' a gelir.Plastokinon
kendini redükte etmek için stromadan yani tilakoid membranının dış tarafından
yada diğer bir deyimiyle kloroplastın iç tarafından H (+) iyonunu
alır.Elektronlar plastokinondan çıktıktan sonra Sitokrom - f ' ye giderken ATP
senezine katılır.Sitokfom - f ye gelen elektron ardından merkezinde P700
molekülü bulunan diğer kuantozoma gelir (Bu kuantozomda fotosistem 1
dir).Fotosistem 1 e ulaşan elektronlar buradan, yapısında demir ve sülfür
bulunduran protein kompleksine gelir.Elektronların buradan sonra izleyebileceği
iki yol vardır.
Ya
Sitokrom - b6 üzerinden plastokinona geri döner, yada ferredoksin molekülüne
giderek NADPH sentezini gerçekleştirir.
P680
molekülü P700 molekülüne göre daha kısa dalga boyuna sahip ışınları absorbe
eder.Eğer P680 sistemi çalışmaz ise su parçalanamayacağı için H (+) iyonu
serbest kalamayacak ve NADP redüklenemeyecektir. Dolayısıyla P700 sistemi
elektronunu demir sülfürlü protein üzerinden sitokrom - b6 ya fırlatarak bir
döngü oluşmasını sağlar.İşte bu şekilde bir elektron döngüsüyle ATP
sentezlenmesi olayına " Devresel
fotofosforilasyon " denir.
Eğer P680
sistemi aktif ise, suyun parçalanmasıyla serbest kalan 2 elektronu kazandığı
gibi plastokinona ve oradanda P700 sistemine gönderir.P700 den fırlatılan
elektronlar, demir sülfürlü protein üzerinden " Ferredoksin " ' e
ulaşır ve ortamdaki serbest H (+) iyonlarını kullanılarak NADPH sentezini
gerçekleştirilir.P680 tarafından verilen elektronlar molekülün bulunduğu
kuantozoma bir daha dönmediği için bu şekilde NADPH sentezlenmesi olayına
ise " Devresel olmayan fotofosforilasyon " adı verilir.
Stromadan
plastokinon (PQH) ' a gelen hidrojen, yine plastokinon üzerinden lümene
geçer.Plastokinon burada H (+) iyonunu ileten bir mekik görevi üstlenmiştir.H
(+) iyonları lümene geçtikten sonra aşağıdaki şekilde gösterildiği gibi ATP
sentezlenir.
Bu
mükemmel sistem sayesinde bitki kendi bünyesi için ATP üretip enerji sağlarken,
aynı zamanda yaşamımız için gerekli olan oksijenide atmosfere serbest bırakmış
olur.
Doğada
atmosfere serbest bırakılan oksijenin % 80 ' i deniz bitkileri ve fotosentez yapan
mikroorganizmalar tarafından üretilir.Geriye kalan % 20 lik kısım ise kara
bitkileri tarafından üretilir.Bitkiler ürettikleri ATP enerjisini kullanarak
glikoz ve karbonhidrat moleküllerini sentezlemektedir.Üretilen bu maddelerin
yanlızca % 10 luk kısmı besin kaynağı olarak doğaya sunulurken, % 90 lık
kısmını ise bitki, kendi yapısal organizasyonunu kurmak için kullanır.Mesela
gövdenin odunlaşması gibi.
Fotosentezin
hızı ise çeşitli faktörlere bağlıdır.Bu faktörler arasında ortamın CO2
konsantrasyonu, sıcaklık, bitkinin topraktan çektiği su miktarı, nemlilik ve
yaprak yapısı bu faktörlerin başında gelir.
Fotosentezde
yukarıda anlattığımız sisteme alternatif olarak değişik yollarda
vardır.Bitkiler normalde gündüzleri yaprak stomalarını açarak CO2 yi absorbe
eder ve aynı anda güneş ışığıyla birlikte fotosentez reaksiyonlarını
gerçekleştirir.Fakat çöl bitkilerinde durum böyle değildir.
Çöllerde
sıcaklık yüksek olduğu için bitki, stomalarını gündüz vakitlerinde kapalı
tutar.Çünki açık tutması halinde bitki aşırı miktarda su kaybedecek ve
ölecektir.Fakat stomalar açılmadan atmosferden CO2 absorbe etmekte mümkün
değildir.
Bitki bu
problemin üstesinden nasıl gelmiştir ?.
İnsanoğlu
olarak kolay kolay çözüm bulamayacağımız bu büyük problemi, bitki kendisine
verilen mükemmel enzimler sayesinde rahatlıkla çözmekte ve tıpkı diğer bitkiler
gibi fotosentez yapıp ATP gereksinimini karşılamaktadır.
Sistem şu
şekilde çalışır ;
Yandaki
şekilde bitkilerde CAM metabolizmasını anlatan çizim görülmektedir.
Bitkinin
yaprakları gündüzleri kapalı olmasına karşın geceleri açıktır.Geceleri
atmosferden absorbe ettiği CO2 gazını PEP (Fosfoenol pirüvik asit) ile
reaksiyona sokarak " Malik asit " üretmektedir.Ürettiği malik asidi
hücrelerindeki vakuollerde biriktirip depo eder.
Gündüzleri
ise stomaları kapar ve bu nedenle artık hücrelere CO2 girişi durur.Fakat bitki
CO2 gazını malik asiti parçalayarak elde eder.NADP, malik asiti dekarboksile
eder ve NADPH ' a dönüşür.
Malik
asit dekarboksile olurken hem yapısındaki CO2 yi serbest bırakır hemde pirüvik
asite dönüşür.Pirüvik asit (3 karbonlu) daha sonra kalvin çemberi adı verilen
reaksiyon basamakları ile 6 karbonlu şekerlere dönüştürülerek, geceleri tekrar
PEP i vermek için reaksiyonlara katılır.
Özet
olarak ; Bitki geceleri absorbe ettiği karbondioksiti PEP yardımıyla
malik asite çevirmekte, gündüzleri ise stomalarını kapayarak malik asiti
parçalayıp karbondioksit gazını tekrar elde etmektedir.Bitkinin bu şekilde asit
sentezleyip bu asiti gerektiği zaman yıkması olayına " Crassulacean asit
metabolizması (CAM) " adı verilir.
Buraya
kadar anlatılan kimyasal reaksiyonlar bitki ve hayvan organizmalarındaki
karmaşayı gözler önüne sermektedir.Hücrenin kendi içerisinde bile olağan üstü
karmaşa içerisinde metabolik olaylar cereyan etmektdir.Milyarlarca trilyonlarca
hücrenin birbirleriyle anlaşarak eşi benzeri olmayan kimyasal fabrikalar gibi
çalışması, canlıların yapısal organizasyonlarının kusursuz bir şekilde
tasarlandığını ortaya koymaktadır.
Bugün
teknolojisi, canlıların içerisinde yürüyen metabolik faaliyetlerin bir
benzerini değil yapmak yanından bile geçememektedir.Buraya kadar anlatmaya
çalıştığımız onlarca metabolik faaliyetler, hücre içinde yürüyen kimyasal
reaksiyonların yanında çöldeki kum tanesi kadar kalmaktadır.
|